> Zamanla yarışan kadınlar
> 16.11.2009
> Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı.
> Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalma hali hiç
> değişmiyor.
> Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat
> gibi hissediyorum.
> Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, muazzam bir
> dengede, ahenkle.
> "Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum".
> Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor
> yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor.
> Hiçbir şey beceremiyorum. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum.
>
> Sabahın bir saati evden çıkmışım.
> Yapacak o kadar çok iş var ki, nereden başlayacağımı kestiremiyorum.
> Gün yirmi dört saat değil, otuz altı saat olsa keşke.
> Sakız gibi sündürebilsek ellerimizde.
> Evin işleri, seyahatler, çocukların koşturmacası, biriken emailler,
> edilecek telefonlar, imza günleri, okuma etkinlikleri, önceden
> verilmiş sözler, sorumluluklar, randevular ve özgürce yazı yazmak
> arasında bölünmüşüm gene.
> Kendimden en az altı adet klonlamak istiyorum.
> Sonra her birimizi bir başka yöne gönderirim.
> Birimiz çocuklara bakarken, birimiz roman yazar; birimiz yurtdışında
> edebiyat festivallerine katılırken, birimiz süpermarkette domates,
> portakal seçer.
> En "sıradan" gibi görünen işleri de, en "sanatsal" gibi görünenleri de
> yan yana yürütürüz böylelikle.
> Anneme sitem dolu bir mesaj yolluyorum cep telefonundan, "Altız
> doğursaydın ya beni!"
> Kadıncağızdan gelen mesaj şöyle: "Senden altız doğursaydım, altı kat
> hızlı yaşlanırdım."
> Ardından bir mesaj da Eyüp'e yolluyorum.
> "Gene yetişemiyorum hiçbir işe. Altız olsaydım fena mı olurdu?"
> Eyüp'den gelen cevap iki kelime: "Allah korusun."
>
> Aynı anda birden fazla yere yetişme, birden fazla insan olma hallerini
> erkekler tam olarak bilmiyor.
> Kadınlara has bir meziyet bu. Hem meziyet hem eziyet.
> En çok kadınlar bölünüyor. İş, ev, aile, birey, toplum... arasında.
> Kadın, çok kazanan bir i ş kadını da olsa, daha mütevazı şartlarda
> yaşayan bir memur da olsa aynı bölünmüşlük duygusunu taşıyor içinde.
> İşteyken aklımız evde, evdeyken aklımız işte.
> Sofraya konan yemeğin kalitesinden, dolapta diyet kola olup
> olmamasından kendimizi sorumlu tutuyoruz.
> Kadınlık karnelerimiz ellerimizde, habire kendimize not veriyoruz.
> Üstelik notumuz da kıt. "Evi çekip çevirme: Orta. Temizlik ve
> Titizlik: Orta. Düzenli ve Planlama Olma: Kırık."
>
> Bütün gün dışarda çalışsak da bu "evcimen sorumluluk duygusu"
> değişmiyor nedense.
> Üstelik ev işleri o kadar "görünmez" faaliyetler ki, siz saatlerce
> çalışıp didinebilirsiniz, her şeye yetişmek için ter dökebilirsiniz,
> gene de akşam eşinizin gözüne bütün gün hiçbir şey yapmamış gibi
> görünebilirsiniz.
> Ne ikramiyesi var ev işlerinin, ne fazla mesaisi. Ne bonus
> biriktiriyorsunuz, ne bir yere işleniyor fazla puanlarınız.
> Miles & Miles kartı yok ev kadınlığının.
> Senelerce durmadan çalışsanız bile, hiçbir yere bedava uçurmuyorlar
> ödül olsun diye.
>
> Zaman yetmiyor bize. Adeta koşarcasına, bir yangından kendimizi
> kaçırırcasına, telaşla yaşıyoruz bazen.
> Aynı anda birden fazla kimliğe bürünüyoruz.
> Kadınların bir günü erkeklerin üç gününe denk belki de.
> Biz bir güne üç günün işini sıkıştırıyoruz.
> Bu yüzden onlardan daha çabuk yaşlanıyoruz.
> Hiçbir kırışıklık kremi, hiçbir botoks yetmiyor kadınların
> bölünmüşlüğünü düzeltmeye...
>
> Ahmet Hamdi Tanpmar Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde Doğu ile Batı'nın
> "eşyaya ve zamana tasarruf etme" tarzlarının farklı olduğunu söyler.
> Belki de bu hususta sadece Şark ile Garp arasında değil, erkek ile
> kadın arasında da derin farklar var.
> Zaman tek bir kelime ama tek bir şekilde yaşanmıyor işte.
> "Zaman" başka, "vakit" başka, "an" başka, "dem" başka, "dehr" başka.
> Halbuki biz unutuyoruz bu ayrımları.
> Zamana odaklanmaktan "an"ı yaşamaya fırsat bulamıyoruz ki.
> Hayatımız ya geleceği planlamakla geçiyor, ya geçmişi hatırlamakla.
> En az yaşadığımız hakikat, " şu an"ın hakikatidir aslında.
> Bir kapısı geçmişe, bir kapısı geleceğe açılan "an"ın ismi ise "dem".
> İçinde önceki ve sonraki zamanın olasılıklarını taşıyor.
> Bu yüzden dervişler tekrar eder durmadan, "dem bu demdir dem bu dem... "
>
> Peki ya dehr? Kesintisiz bir şekilde uzayıp giden, dolayısıyla dilim
> dilim ayrılmayan o sonsuz bütünün adıdır dehr.
> Kimi alimler der ki: "İnsanın zamanına 'zaman' deriz, Tanrının
> zamanına ise 'dehr'.
>
> "Peki ya biz kadınların zamansal bölünmüşlüğüne ne ad vereceğiz?
> "Dantel Zaman"...
> Çünkü el emeği göz nuru dantel dantel örüyoruz zamanı, arada bazı
> ilmikleri kaçırsak bile...
Sevgilerimle....